recently voted (61)

navigate to the topic list
  • intermittent fasting

    yeryüzünde kapladığım gereksiz alanı azaltmak için bir aydır yaptığım, son bir haftadır da egzersizlerle desteklediğim uygulama.

    uydudan görülebilecek boyutlara ulaşınca sağlığım için endişelenmeye başladım. bir ay önce bugünlerde 112 kilo falandım. 112 nedir olm? hayvan mısın?

    neyse, solunum problemi için doktora gittim. adam bana "32 yaşında böyleysen 42 yaşında boku yersin" dedi. direkt böyle demedi tabi de bu minvalde bir şeyler söyledi. fena tırstım. baktım böyle olacak gibi değil, iki adım yürüyünce tıkanıyorum bir adım atmaya karar verdim. günde 16 saat aç kalıp 8 saat yiyorum.

    başlangıçta zor olur diye düşünmüştüm. olmadı. hatta ilk günlerde öyle aman aman bir açlık hissetmedim. 16 saatin zaten 6 saati uyuyarak geçiyor. 5 saat akşam 5 saat sabah açlığa katlandın mı tamam. yemek yenilmeyen saatlerde su, kahve (sütsüz) ve çay içmek serbest. ramazan orucu gibi ama daha kolay. sadece iki kere kaçamak yaptım. birinde oyundan sonra bir soğuk sandviç gömdüm ama onu da hak ettim mk, geberdim o gün. bir kere de döner yedim. onun dışında istikrarlı bir şekilde gidiyorum.

    simitli poğaçalı kahvaltılara ve akşamları bira-cips eşliğindeki film seanslarına veda etmek zor oldu. fakat sonuçlarını gördüm. bir ayda 8 kilo verdim. hala overweight statüsündeyim fakat böyle giderse 4-5 aya ideal formuma kavuşurum.

    bu işin en güzel kısmı iradeye hakim olabilmek. eskiden hayvan gibi abur cubur tüketirdim. yıllarca kendimi zehirlemişim. şu an bunların hiç kilo aldırmayan versiyonlarını yapsalar yine tüketmem. çünkü vücuttan bunları atınca daha sağlıklı hissetmeye başladım. canım tatlı istediğinde şekersiz, unsuz şeyler yapıyorum evde ve dışarıda satılan bok püsürden bin kat daha lezzetli.

    öyle aman aman bir yemek kısıtlaması da yok. ekmek, rafine şeker ve paketli üründen uzak duruyorum, o kadar. tek zaafım kola. onu da ayda yılda bir içmeye çalışıyorum.

    sonuç olarak, benim gibi şüşko olmasanız da tavsiye ederim.

  • zam yağmuru altında dinlenecek nefis şarkılar

  • sözlükte tek başına takılmak

    dolce vita bir olaydır.

  • vita sözlük

    kayıt oldum. fena değil gibi. bakalım.

  • arkeoloji

    azra erhat'ın "mavi yolculuk" diye nefis bir kitabı vardır.

    erhat kitapta arkadaşlarıyla birlikte ege kıyılarına yaptığı geziyi anlatır. tabi kendisi antik çağ uzmanı olduğu için gezdiği yerlerle ilgili tarihi ve mitolojik olaylara da değinir. mükemmel bir panorama sunar.

    şimdi, o yerlere tekrar gitsek aynı manzarayı görmek mümkün değil. koylar yangın sonrası biten otellerle işgal edilmiş durumda. maddi durumunuz iyiyse, at hırsızı kılıklı dızolar tarafından işletilen bir plaja gidebilir, sikik bir plastik şezlonga 2000 tl verdikten sonra büyükbaş hayvan hissesiyle aynı fiyatta olan hamburgeri yiyebilirsiniz. ülkenin hemen hemen bütün güzel kıyılarında durum bu.

    arkeoloji bu işin neresinde? avrupalıya ucuza tatil sunmak dışında bir şey vadetmeyen bir turizm düzenimiz var. işte avanak turist gelsin de alanya'da açık büfede tıkındıktan sonra "vooov avsım" desin diye birkaç tane müze açmışız ve antik kent restorasyonu yapmışız. sadece bu.

    akdeniz ve ege bölgelerindeki antik kentlerin durumu iyi. çünkü buralar turist çekiyor. ama bu romalılar sadece gidip side'ye yerleşmedi. mesela yalova/termal'de roma döneminden kalan birçok kalıntı var. ancak bunlar adam akıllı bir müzeye konulmamış. şehir merkezinde allah'ın unuttuğu bir açık hava müzesi var, oraya koymuşlar birkaç tanesini, en son gittiğimde örümcek ağları içinde duruyorlardı. nasıl bir sıralama varsa herif roma döneminden kalan eserin yanına osmanlı mezar taşı koymuş. bir de kafeterya bahçesinde roma sütunu var. rezil durumda. arka planda mustafa ceceli çalarken oturup roma sütununa bakıyorsunuz.

    dağınık yazdım. velhasıl, arkeolojiye gereken değerin verilmemesi birçok sebepten kaynaklanıyor. bunlardan biri de türkiye'de yalnızca tatil odaklı bir turizm anlayışının benimsenmiş olması. tarihi eserler, sadece otelde göt büyüten turistin yürüyerek ulaşabileceği mesafedeyse değer görüyor. eh, böyle bir ülkede arkeolojinin gelişmesi, istihdam üretilen bir alan haline gelmesi zor.

  • harry potter vs lord of the rings

    bunu söylemek istemezdim fakat eksiledim :(

    harry potter kendi kulvarında iyi olabilir. fakat yüzüklerin efendisi'yle kıyaslanamaz. hatta kıyaslanabilecek herhangi bir eser yok, en azından bildiklerim arasında yok.

    tolkien, başlı başına bir dünya yaratmış. kendi kuralları, sistematiği, coğrafyası, güç dengeleri, kültürü falan olan bir dünya bu. hatta üşenmemiş silmarillion'da bu dünyanın var oluşunu anlatmış. mitolojiyi ve uzmanı olduğu filolojiyi ustalıklı biçimde kullanmış. bunu harry potter'la kıyaslamak doğru değil.

  • kuzenle evliliği beyinsizlik olarak gören tip

    akraba evliliğinin beyinsizliği geçtim direkt olarak suç sayıldığı bir toplumda büyüdüm. yine de buradan gelen önyargıyı dışarıda bırakarak yanıtlamaya çalışacağım.

    insan, her durumda içinde bulunduğu koşullarda en az zarar göreceği/vereceği alternatifi tercih eder. mantık bunu gerektirir. dışarıyla bağı bulunmayan, izole bir toplumda kuzenle evlenmek meşru görülebilir, görülmüş de. çünkü allah'ın dağında tinder yok, soyun bir şekilde devam etmesi lazım. ancak 21.yüzyılda, iletişim olanaklarının bu denli geliştiği bir dönemde ve akraba evliliğinin riskleri biliniyorken kuzeni dışında alternatif bulamayan insan biraz beyinsiz olabilir.

    ahlaki bir yorum yapmıyorum. kar/zarar değerlendirmesi yaptığımızda kuzen evliliği pek mantıklı bir seçenek değil gibi görünüyor.

  • günde 6 saatten fazla uyuyabilen mutantlar

    acayip özendiğim mutantlardır.

    hafta sonu bile zınk diye sabahın yedisinde uyanıyorum. o da en geç. halbuki iş güç yok, yat aşağı uyu ama yok. bünye böyle.

    öyle disiplinli bir insan falan da değilim. uyanıp boş boş dolanıyorum yani. vücut alışmış. şöyle sağlam bir uyusam rahatlayacağım.

  • mağara resimleri

    birçoğu üst paleolitik dönemden günümüzde kalmış olan resimlerdir.

    şimdi biz mağara adamlarını genellikle evrimini tamamlayamamış, düşük zekalı, hunga punga diye etrafta dolaşan tipler zannediyoruz. üst paleolitik çağı da herkesin rasim ozan kütahyalı'ya benzediği bir devir olarak kodlamışız. ancak eldeki bulgular durumun pek öyle olmadığını gösteriyor. çünkü çizdikleri resimler sanat eseri olmak için gereken bütün özelliklere sahip.

    max raphael diye bir sanat tarihçisi var. bu abi ispanya'daki mağara resimleri üzerine etraflıca çalışmış. prehistoric cave paintings kitabında anlattığına göre bu mağara resimleri dönemin maddi unsurları, yerleşim teknikleri ve üretim araçları gibi konularda ciddi bilgi veriyor. yani adam bizon görüp "aa ben bunu çizeyim" dememiş. o bizonun duruşu, oturuşu falan hepsi bir anlam ifade ediyor. mesela yine raphael'in kitabında söylendiğine göre, kafaları zıt yönlere bakan hayvanlar kabileler arasındaki çatışmayı sembolize ediyor. söz konusu kitap buradan indirilebilir.

    andre leori-gourhan'ın çalışmaları daha derli toplu veriler sunuyor. gourhan, çizilen hayvanların eril ve dişil fonksiyonlara sahip olduğunu söylemiş. yani dişi geyik, erkek geyik değil, mesela at erkeği yaban öküzü de dişiyi sembolize ediyor. mağaradaki bölümler, ritüelistik bir biçimde erkek ve dişi olarak konumlandırılıyor. mesela ana galeride yaban öküzü resmi çiziliyse buradaki insanların anaerkil kabul edilebilecek bir inanca sahip olduğunu tahmin edebiliyoruz. ve bu imgeler çizilirken zıtlıkları da veriliyor. mesela erkek sağa bakıyorsa dişi sola bakar şekilde resmediliyor. yani imgeler arasında anlamlı bir ilişki kurulmuş.

    mağara resimlerini incelikli kılan hususlardan biri de şu, çizilen şeyler statik değil. bir hareket verilmiş. mesela şurada baya animasyon çalışması yapmışlar. 2 iqlu adamlar değilmiş yani bunlar. dünyayı algılıyorlar ve nesneleri imgelere dönüştürebiliyorlar.

    şimdi, 18.yüzyılda giambattista vico diye italyan bir hukukçu yaşamış. malum, o dönem avrupalılar dünyayı sömürmeye başlıyor ve gittikleri yerlerde vahşi insan türleriyle karşılaşıyor. vico da bunların aslında düşük zekalı, ilkel ve vahşi olmadığını, sadece modern avrupalılardan farklı bir kültüre sahip olduğunu savunuyor. hatta bunların mitlerinin bilgisizlikten kaynaklanan saçmalıklar olmadığını, şiirsel ve metaforik ifadeler olduğunu söylüyor. yani diyor, aborjin gök yılanından bahsederken mesela cidden ortada bir yılanın gezindiğine inanmıyor, senin kominyonda isa'nın etini yemen gibi bir metafor var ortada. velhasıl, kendisinin görüşleri pek itibar görmüyor ve 20.yüzyıla kadar "uygar dünya" dışında kalan herkesin ilkel ve vahşi olduğuna inanmışız.

    sonuç olarak, bu resimler yapılırken kullanılan teknikler, malzemeler, malzemelerin üretim biçimleri bu adamların bizden daha az zeki olmadığını gösteriyor.

  • park

    ben böyle durumlar için en iyi çözümün para cezası olduğunu düşünüyorum.

    bizim insanımızda kamusal alan kültürü yoktur. bireysel hijyene verdiğimiz önem birçok toplumdan daha yüksektir ama kamusal alanda aynı durum söz konusu değildir. bu kültürsüzlük de genetikten değil yasal ve sosyal müeyyidelerin yokluğundan kaynaklanıyor. bu denetimsizlikte adam çocuk parkındaki 2 metrelik alanda oturup nargile de içer, bisiklet yoluna araç da park eder.

    en iyisi para cezası. denize çöp mü attı mesela şaaaak diye 10k para cezasını yapıştıracaksın. parkta hamak mı asıyor, kitleyeceksin 5 bin lirayı. sokakta düğün mü yapıyor? çeyrek altın niyetine 20 bin liralık ceza kağıdını damadın üzerine asacaksın. bunu iki ay uygulayalım, iki ay sonra "abbasağa parkı'nda çöp atan şahıs vatandaşlar tarafından dövüldü" şeklinde haberler görmeye başlarız.

  • gerizekalı mıknatısı olmak

    belli sektörlerde çalışan kişilerin kurtulamadığı bir durum.

    at yetiştiricisi veya sığır çobanı olsak böyle dertlerimiz olmaz mesela. sığırın aşağı yukarı neye ne tepki vereceği belli. ama insanlar zor. bilhassa doğrudan müşteriyle muhatap olunması gereken bir konumda çalışıyorsak daha zor.

    3 yıl evvel bal satan bir müşterimiz vardı. sosyal medya paylaşım planı yapıyoruz, eleman "balımız covid'e iyi gelir yazalım" diye tutturdu. pandemi de daha yeni patlamış o dönem. adama anlatıyorum, öyle şey olmaz diyorum, böyle bir iddiada bulunamayız, sağlık bakanlığı tepemize çöker diyorum, reklamda "sağlıklı" ibaresini kullanmak bile sorun yaratır diyorum anlamıyor. iki saat kavga etti benimle. sesi de nihat doğan'a benziyordu zaten uyuz bir tipti. o deseler inanırdım. adamın kurduğu mantık da şu: bal bağışıklığı güçlendiriyor, covid de bağışıklıkla alakalı, demek ki bunu yiyen covidden kurtuluyor. ciddi ciddi inanıyor.

    bunun gibi en az 50 vaka sayarım. bir mobilya firmasının montajcısına reklam algoritması anlatmak zorunda kalmıştım bir keresinde. çünkü reklam verir vermez satış olacağını zannediyor mallar. reklam verdikten sonraki üç saat içinde satış olmayınca hepsi sinir krizi geçirdiği için bir tek montajcı benimle konuşmak için müsait olmuştu.

    zor iş vesselam.

  • önemli dataları yedeklemeyen kullanıcı

    ben de mustaribim bundan.

    drive'de oturup klasör oluşturuyorum. müşteri/yıl/ay şeklinde ayarlıyorum. elemana diyorum ki hazırladığın görseli videoyu buraya at. ocak ayı içinse ocak klasörüne at mesela.

    atmıyor. yapacağı sürükleyip bırakmak, yapmıyor. sonra bir iş istiyorsun, çıfıt çarşısına dönmüş masaüstünde arayıp duruyor. zaten sürekli revizyon geliyor işlere, aynı görselin "xxxxsonrevizyonensonhali" gibi isimlerle bir sürü kopyası oluyor. işin içinden çık çıkabilirsen.

  • 2022 senesinde türkü dinlemeye devam eden kişi

    ben bayadır dinlemiyorum. nedense soğudum. ancak bunun salaklık olarak tanımlanabilecek bir tarafı yok.

    11 yaşımda pentagram'ın unspoken albümünü dinleyip kafayı kırdığımdan beri metal dinleyicisiyim. ama türküleri de vaktiyle keyif alarak dinlemişliğim vardır. buğday tarlası kokmasında da bence sorun yok. buğday tarlasından da dinlemeye değer hikayeler çıkıyor. "bakın şu deyyusun kaç tarlası var" diyor mesela türküde. orada ekonomik ve sosyal bir eşitsizlik olduğunu anlıyoruz.

    hayır yani folk metali cayır cayır dinliyoruz. veya baya kırsal kökenli bir müzik olan blues'u dinliyoruz. türkü niye salaklık olsun?

  • aşırı politik insanların hiç çekilmemesi

    türkiye'de yaşayan bir insanın başka bir çaresi yok.

    siyasetle ilgilenmeyip ne yapabilirim? festivale gidebilirim. fakat yasak. birkaç tane kompleksli islamcı yüzünden yasaklandı. kahve içebilirim. hayvan gibi pahalı. çünkü ekonomi kötü yönetiliyor.

    bu kafaya girmeyi denedim, yalan yok. kendi kendime bu işlerle ilgilenemyeceğim, efendi gibi kitabımı okuyup filmimi izleyeceğim diye defalarca söz verdim. fakat bunları rahat rahat yapabilmek için o ortamı oluşturmak gerekiyor.

    her millet bir sınav vermiştir. abd'de yaşayan bir siyahi olsaydım mesela ayrımcılığı ve ırkçılığı kafaya takmamak gibi bir şansım olmazdı. bir çinli olsaydım otoriter rejimi umursamamak gibi bir şansa sahip olmazdım. çünkü doğrudan hayatı etkiliyor bunlar. "amaan kim s*ker yalova kaymakamını" diyecek bir alan bırakmıyor.

  • siyasal islamcı mağduriyeti

    muazzam bir mağduriyettir.

    12 eylül'de, 12 mart'ta işkence görmüş insanlarla konuşmuşluğum var. bunların mağduriyeti hiçbirinde yok. bir ara türban yasağı geldi, ikna odası falan, bir tek o. tamam, kötü işlerdi, meşru bir tarafı yoktu ama 30 yıldır bunun ekmeğini yiyorlar.

    mesele şu esasen, bunlar bizim kendilerini küçümsediğimizi, aşağıladığımızı zannediyorlar. esasen bizim standartlarımızı kabul edip kendilerini aşağılık hissediyorlar. mesele bu. yıllardır seküler yaşam tarzını kopyalayıp aranje etmek dışında bir iş yapmıyorlar. kompleksliler. hayatları insani her şeyi yaşamaktan uzak geçtiği için öfkeliler. paraları olsa da bir bok beceremiyorlar. entelektüelleri bile ya mahalleyi terk edip deist falan oluyor ya da sefalet içinde. kavgaları bu. dünyaları versen bu kompleksleri doymaz.

/ 5 »