sadık hidayet'in dua öyküsünde bir grup insanın öldükten sonra ruhlarının dünyada sıkışması anlatılır.
genç bir kadın, öldükten sonra sürekli işittiği öteki dünyaya gitmeyi ve yargılanmayı bekler. fakat bedenini terk ettiğinde dünyada gezinen ruhlar ile karşılaşır. bunların kişilikleri, düşünceleri yaşarken şekillenmiştir ve yaşayan hallerinden tek farkları artık kimsenin onları görmemesidir.
ruhların bütün istekleri ve ihtirasları hala yaşayanların dünyasına bağlıdır. mesela bu ruhlardan biri, yaşarken sahip olduğu dükkanı asla terk etmez ve sürekli kasanın başında durup hesap tutar.
sadık hidayet'in öyküsünde rastladığımız bu düşünce aslında bize pek uzak değil. birçok insan ölümün bir yok oluş değil bir form değiştirme olduğuna inanır. bu inanca göre insan öldükten sonra varlığını bedenden bağımsız bir form olarak sürdürür.
semavi dinlere göre insan öldükten sonra, dünyadaki eylemlerinin ve sadakatinin sonucu olarak ebedi huzurla ödüllendirilir ya da azapla cezalandırılır. halk inanışlarında, yerel anlatılarda ve pagan dinlerinde ise sadık hidayet'in öyküsüne daha çok benzeyen bir manzara görüyoruz. bu inanışlarda, ölülerin ve yaşayanların dünyası iç içedir. ölüler, yaşayan akrabalarıyla sürekli iletişim ve etkileşim halindedir.
d felton, doktora çalışması olan eski yunan ve roma'da tekinsizlik antik edebiyatta hayalet öyküleri kitabında, antik yunan inanışlarında ölüler ile yaşayanların iç içe olduğundan ve bu iki sınıf arasında belirgin bir fark görülmediğinden bahseder. bu inanca göre, kişi öldükten sonra varlığını yaşadığı yerde, ailesinin ve akrabalarının arasında sürdürür.
felton'ın kitabında ölülerin sadece halk inançlarında değil hukuk nezdinde de ciddiye alındığını görüyoruz. örneğin, eğer merhumun çocukları arasında bir miras kavgası varsa mahkeme bir medyum aracılığıyla merhuma danışır ve nihai karar, mülkün asıl sahibi olarak kabul edilen merhumun fikrine göre verilir. aynı şekilde ölülerin taciz, şiddet hatta hırsızlık gibi suçlar isnat edilerek yargılandıkları da görülmüştür.
polinezya yerlileri, ölüler ile iç içe yaşarlar. vefat eden aile büyüklerinin kafatasları evin baş köşesine yerleştirilir ve bu kafatası merhumun evdeki varlığını temsil eder. ruhlar, yaşayan insanlar gibi muhatap alınır. gündelik meselelerde taraf olabilirler. örneğin, ölmeden önce polis olan birinin bu mesleği öldükten sonra da devam ettirdiğine, suç işleyen ölüleri yakaladığına ve ruhlardan vergi topladığına inanılır. eğer ruhlardan birinin yaşayanlara karşı suç işlediğine inanılırsa bu polisin ruhu çağırılır ve suçlu ihbar edilir. kişinin yaşarken sahip olduğu statü öldükten sonra da devam eder.
afrika yerlileri için cenaze törenleri yetişkinliğe geçiş seremonilerinden farksızdır. nasıl ergenlik çağına gelmiş bir çocuğun yetişkinliğini sağlıklı yaşayabilmesi için bazı ritüellerin düzenlenmesi gerekiyorsa, merhumun yeni durumuna alışabilmesi ve hak ettiği statüyü kazanabilmesi için cenaze töreni düzenlenir. cenaze bir veda değildir merhumun yaşam döngüsündeki yerini kazanabilmesi için yapılan bir ritüeldir.
yeni kaledonya'da yaşayan kanaklar ölülerin hayvan formlarına bürünüp insanlara görünebileceğine inanırlar. hatta bruhl, bizzat bir kanak yerlisi tarafından anlatılan bir olayı anlatır: adam balık avlarken bir köpekbalığı aniden sıçrar ve dişlerini teknesine geçirir. eline baltayı alıp köpek balığını öldürecekken insan gibi baktığını fark eder ve onu öldürmek yerine dişlerini tekneden kurtarıp özgür kalmasını sağlar. kanak inanışlarına göre ölen insanlar köpekbalığı formuna bürünüp dolaşırlar ve bunlara zarar vermek hayaletin gazabına uğramakla sonuçlandırılır.
gerek ilkel inanışlarda ve pagan dinlerinde, gerekse semavi dinlerde ölüm yaşamın bir uzantısıdır. yok oluştan ziyade döngünün bir parçasıdır. ve insan öldükten sonra sahip olacağı konumu yaşarken belirler.
ruh inancı da, ölümün yaşamın uzantısı ve farklı bir formda devamı olarak kurgulanmasının sonucudur.
nice: all
|
today
search in topic